Bugun...


Papapha Mahinur Tuna

facebook-paylas
KEFKEN ABHAZ MEZARLIĞI 2014 SOÇİ OLİMPİYATLARI Ve AHÇIPSI 5. Bölüm.
Tarih: 14-05-2023 18:22:00 Güncelleme: 14-05-2023 18:29:00


SONUÇ

 

                                     Geçmişi unutmamak geleceğe bakmak

 

Kefken’in sürgün tarihimizin hafıza mekân oluşturması sonucunu getiren tarihsel olaylara baktığımız zaman 1877-78 yıllarına gitmemiz gerekiyor. 12 Nisan 1877 günü ikinci Aleksandr, Rusların Osmanlılara savaş ilan ettiğini Padişah'a bildiriyor. Savaş iki cephede cereyan ediyor, biri Balkanlar'da, diğeri ise Kafkasya'da. Abhazlar savaşın patlamasına iki gün kala Abhazya'da yerleşen Rus Birliğine karşı ayaklanıyorlar. Bu Abhazlar'ın Osmanlı'nın yanında yer aldığı şeklinde algılanıyor. 1867 yılında Anayurdundan sürülen Abhazlardan yararlanan Padişah, Maan Özbek ve Maan Kamlat önderliğinde göçmen Abhazları tekrar Abhazya'ya çıkarıyor. Planlı bir şekilde Abhazya içlerine dağılıyorlar. Ruslarla savaşıp "Rus'u ülkeden sökersek, Osmanlı Padişahı Abhazya'yı bağımsız kılacak, Eski Abhaz Krallığını tanıyacak" diye söyleyince halk silahlarını Ruslara çeviriyor. Fakat başlayan savaş Abhazların aleyhine bitiyor. 19 Şubat 1878 de Osmanlılar ve Ruslar ateşkes anlaşması yapıyorlar. Abhazya Ruslara kalıyor ve yeni bir sürgün başlıyor. Yeni sürgün dalgasının en önemli duraklarından birisi de Kefken koyu oluyor.

Burada yaşanan olaylar hakkında pek fazla yazılı kaynağa rastlamıyoruz. Genellikle halkın anılarında kalan acı olaylar, Karaağaç köyündeki iki mezarlık ve mağara duvarına kazınan yazılar. Bu yazıları okuyup aydınlatan var mı bilemiyorum. Tek yazılı kaynak rahmetli Beygua Ömer Büyüka’nın yazıları ve şiirleri. Yazar oradaki olayları bizzat yaşamış olan annesinden ve diğer Abhazlardan duyuyor, o günkü acıklı olayları bu halka miras olarak kalıp bu güne kadar unutulmaz oluyor. Bunu okuyan gerek Türkiye’de, gerekse Abhazya’da yaşayan aydınlar Kefken’i merak ediyor. Yukarıda ayrıntılarıyla belirttiğimiz Kefken ziyaretleri ve anmalar günümüzü de kadar aralıksız devam ediyor.

Haliyle başta Ömer Büyüka ile 35 yıl birlikte çalışan biri olarak beni de etkiliyor ve üzerinde çalışmama ve araştırmama neden oluyor. Böylece ben de hem Kespha Elif ile ilgili bilgileri arttırmak, hem sürgün tarihini öğrenmek, hem de Kefken de yapılan anmaları yakından takip edip katkıda bulunmak için çabalıyorum. 

Sonuçta Kespha Elif hakkında bazı önemli bilgilere ulaşıyorum ve bu bilgilerin bana verdiği yoğun duygusallıkla ben de bir yazı yazıyorum. Yazım digital ortamda çok okunan ve yorum alan bir yazı oluyor. Hatta bu yazımdan ve diğer sürgünle ilgili yazılarımdan etkilenen ve Sürgün konusunda bir belgesel yapmak isteyen bir hemşehrimiz ekibiyle evimize gelerek çekimler de yapıyor ama sanırım belgeselin başına bir talihsizlik geliyor olmalı ki izleme şansımız olmadı.

Aşağıda paylaşacağım “Kefkende yükselen Elif’in sesi” başlıklı yazımda Ketspha Elif’in sürgün yaşamının nerede başlayıp nerede noktalandığını okuyacaksınız.

 Elif gerçekten Kefken’de sürgünün sembolü oldu. Ünal Akbulut kardeşimiz de onun hakkında çok güzel bir şiir yazdı. İlk kez 1993 yılında Abhazya’dan gelen konukların ziyareti ile başlayan Kefken ziyaretleri ve anmaları günümüze kadar kesintisiz olarak geliyor. Bu zaman zarfında zaman zaman Kefken’in dışında değişik mekânlarda sürgün nedeniyle anmalar yapanlar da oldu ama Abhazlar hiçbir zaman bu mekânı terk etmedi. Çünkü burada onlarının atalarının mezarları vardı, Elif’in gözyaşları vardı.

Bu gün gelinen noktada sürgünün yaşattığı acılar umuda döndü Elif’in gözyaşları dindi. Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Başkanlığı Turizm ve Doğal Alanlar Şubesinin “Sürgün Yollarında Hüznün Umuda Yolculuğu” projesi ile Babalı Sürgün Anıtı ve Babalı Mağarası sergileme uygulama projesi gerçekten umuda yolculuk için büyük bir adım oldu. Babalı Sahili’ne dikilen Elif Anıtı gelecek kuşaklar için umut ve sevinç gözyaşları oldu.  Bu projede emeği geçen herkese yürekten teşekkürler.

Bu proje özellikle günümüzde dahi bir türlü bitmek bilmeyen savaşlar nedeniyle yaşanan sürgün, göç, iltica gibi insanlık tarihinin en acı odlaylarının bir daha yaşanmaması için de bir umuttur.

Bu gün Elif öykülere, resimlere, şiirlere, heykellere konu olarak bu acıları gelecek kuşaklara taşıdı.  Gelecekte bu olayların yaşanmaması için bir umut oldu.

Aşağıda; Ömer Büyüka’nın yazılarından sonra, benim yeni bulduğum bilgileri de ekleyerek yazdığım “Kefkende Yükselen Elif’in Sesi” adlı yazım ile Ünal Akbulut’un “Ketsepha Elif” adlı şirini ve Levent Belin’in “Sürgün” şiirini de sizlerle paylaşıyorum.

                    Açıklama: Görüntünün olası içeriği: 2 kişi, açık hava

 

      Derler ki Abjakua Sohum'a çok yakındır. Orada Kesba, Beygua, Barçın, Harazia gibi aileler yaşar. Köy küçüktür ama çok güzeldir. Köyün dört bir yanı ormanlarla kaplıdır. İçinden Basla suyu  geçer, suyun üzerinde tarihi Basla Köprüsü vardır, bu kemerli köprü, üzerindeki yeşil sarmaşıkların aşağıya sarkmasından ötürü bir taça benzer, köprünün üzerinde bilinmeyen alfabelerle bilinmeyen yazılar vardır. Kral Bagrat'tan bu yana ne sular akmıştır bu köprünün alıntından. Abjakua'da evler, kocaman avlularıyla birbirine pek yakındır, insanları da öyle.

            Yine derler ki Sohum'da top patlasa Abjakua'dan duyulur. Sohum Kalesi yerle bir olunca  Kafkas-Rus savaşlarında, acımasız vapur düdükleri susmaz olur. Sohum limanlarında, “Hadi gelin! Hadi gelin!” der gibi acı acı bağırır. Önceleri duymazdan gelir Abjakualılar bu kötü sesi ama rahat bırakmazlar, kiminin evi yakılır, kiminin çocukları rehin alınır, kimini zorla kovalar, kiminin beynini yıkarlar. Öyle ya da böyle, canına tak eden Abjakualılar dökülür yollara, ilk durak Bulgaristan'ın Varna kıyılarıdır. 13 berbat yıl geçer Varna'da. Plevne de mezar olur Abhazlara, savaş biter, Hadi gidin Türkiye'ye!” derler.  Kalan sağlar yeniden yollara dökülür. Bu kez sürgün, Kefken limanına atar Abjakualıları diğer Abhazlarla birlikte. Kespha Elif de içlerindedir sessiz sedasız.

            Kırık, dökük, gıcırdayan gemilere bir yük gibi doldurulur Abhazlar, aç, susuz, hasta, yorgun ve bitkindirler.  Yol alır gemiler, bata çıka. Yarısı yollarda tükenir. Sonunda görünür Kefken'in ıssız kıyıları. Gemiciler boşaltır insanları bir yük gibi, her biri birer çuval misali atılır sahile. Kefken can pazarıdır. Her ağacın altı, her mağaranın dibi, her kum tanesinin üstü bitkin bedenlere mekân olur. Hırçın dalgalar şamar gibi kovukları döverken, açlıktan ve hastalıktan  bir gecede dörtyüz insan ölür. Gözyaşı, acı, keder, Kefken'de bir orman, bir gecede ölen dörtyüz sürgüne mezar olur. Kefken'de bir çığlık kopar, Elif'in suskunluğu biter, feryadı göğü deler.

            Elif kaşlarını çatar, öyküsü sineme batar. Ak elleri açamgur tutar, inler;

 “Naaan, naan, naaan !” diye.

Acılar öfkeye dönüşür. Bu kez titreyen dudaklarından beddualar dökülür.

            “Şüara  abas  şükusxız  yapsuwofüa  yeykunçüaayt!”

            “Sizi böyle yok eden Abhazlar gibi yok olsun !” 

            “Elif'in sesi arşa çıkar, göğü yırtar, paramparça eder, onunla da kalmaz, yayılır ha yayılır. Her gün mezarların başında ağıt yakan Elif'in gözyaşları ırmak olup padişaha ulaşır. Padişah adam gönderir.

             “Getirin onu, sarayımda himaye edeyim” der ama  Elif'in derdine derman olamaz.

            Elif kaşlarını çatar, ak elleri açamgur tutar, yeniden inler “Naaan, naan, naaan!” diye.  Bitmez balaban bakışlı yavruların acısı, gitmez gözünden yayla çiçeği kokan kızları, her dem tüter burnunda Abjakua'nın ocağı. Kefken ovaları insan pazarıdır, açlık, yoksulluk, hastalık  ve bitmeyen ölümlerden geriye bir avuç insan kalır. Sonu yoktur bu kulübelerde sürünmenin, ayhabılar çare arar, başlarını sokacak yuva sorar, padişahtan onay çıkar.

             “Siz Adapazarı'na yakın, Acıelmalık köyüne yerleşin” der Padişah.

             Elif mezarların başından ayrılmak istemez. Herkes bir yerlere dağılır, geriye Elif ve açamguru kalır. Elif epey direnir, direnir ama nereye kadar. O da köylüleriyle birlikte gitmek zorunda kalır.

            Acıelmalık köyüne “Abjakua” derler Abjakualılar. Bütün güçleriyle Abhazya'daki köylerini yeniden kurmaya çalışırlar. Başarırlar da. Köy öyle güzel olur ki  “Küçük İstanbul” demeye başlarlar. Köyün ünü etrafa yayılır,  ta uzaklardan duyulur. Ahırlar, ambarlar dolu, bağlar,  bahçeler ekili, hayvanlar besilidir.  Zengin köy diye çıkar Abjakua'nın adı. Bu kez eşkıyalar dadanır köye. Bunlardan biri İpsiz Recep'tir. İpsiz'in derdi köyü göçürmektir.  Abjakualılar bir gece ansızın köyü terk eder. Emir büyük yerdendir. Bir baş hayvan, bir avuç un, bir tekerlek peynir, küçük bir bohça, yollara koyulurlar.  Adapazarı'na gelindikte hayvanlar ortalıkta kalır.

            “Haydi, şimdi İzmit'e, hayvanlarınız burada kalsın!” derler. İzmit'e gelince yine o acı vapur düdükleri duyulur,  tanıdık gelir bu kötü ses sürgün çocuklarına “Yine mi?” diye ürperirler.

            Çok geçmeden  başka köylerden geldikleri anlaşılan birçok Abhazla birlikte vapura binerler. Nereye gideceğini bilmeyen zavallı insanlara koca dünya dar gelir.

            Sormazlar bile nereye gideceklerini ama götürenler söyler.

            “Şimdi Selanik'e!” derler.

            Selanik'in Kaylarya Köyü’nde kocaman bir çayıra bırakılırlar. Elde yok, ayakta yok, üstte yok, başta yok. Bu kez Yunanlı yerliler gelir.

            “Burası bizim!” derler, tartışma büyür, iki el ateş, birileri ölür. Güç savaşını Abhazlar kazanır, Yunanlılar geri çekilir. Devlet yetkilileri onlara arazi ve bir miktar para  verir. Evler yapılır ve yaşam yeniden başlar. Burada da Abhaz gibi yaşarlar, yemekler aynı, gelenekler aynı, mızıka ve danslar aynıdır, dillerini de korurlar. Üç sürgünden sonra artık bu sondur derler ama durum hiç de öyle olmaz. “Mübadele” diye bir sözcük dolaşır bu kez dillerde, hadi gerisin geri Türkiye'deki köylerine. Adapazarı'nın Acıelmalık köyü artık sadece bir Abhaz köyü değildir, başka göçmenler de vardır orada. Ama yine de Birkaç hane Abhaz, kendi köylerine “Abjakua” der.

            Yıllardan bir yıl, yolum bu köye düşer. Akraba olurum Abjakualılara. Beygua İzzet'in kızını kardeşim Beybulat'a alırız. Köye sıkça gider olurum, gece sohbetlerinde köy hakkında bilgiler edinirim.

            “Bu köyde Beyguaa,  Kesba ve Barçın aileleri kaldı” der İzzet amca. “Kesba” sözcüğünü duyar duymaz irkilirim.

            “Sen. Kesepha Elif'in adını duydun mu İzzet amca ?” derim.

            “Duymaz mıyım? Gördüm bile” der İzzet amca. Heyecandan ölecek gibi olurum.

            “Ben daha genç bir delikanlıydım, köyümüzde bir de Ajiyba Mahtı vardı. Elif 100 yaşını geçmişti. Mahtı da öyle, ocak başında oturur sohbet ederlerdi, yüz yıl gerilere giderlerdi, arada bir birbirlerine takılıp alaf söylerlerdi. Elif Selanik'te Kaylarya köyünde öldü, orada gömülü” dedi.

            İçim cızz etti, az derdim birden çoğaldı. Ah Elif ah! Kuşkanadı kalem olsa yazılmaz senin derdin. Bir anda Elif'in tüm yaşamı gözümün önünden bir film şeridi gibi geçti, bir sürü kopukluk vardı bu şeritte, kopmayan tek şey hüzünle başlayıp hüzünle biten sürgündü. Oradan oraya kuru bir yaprak gibi savrulup durmuştu Elifcik.

            Ben her 21 Mayıs Elif'i düşünürüm. Sessiz sedasız Abhazya'nın Abjakua köyünde doğup sessiz sedasız sürgün yollarında sürünen Elif'i düşünürüm. Kefken kıyılarındaki haykırışını  düşünürüm. Bir gecede ölen dörtyüz kişiye yaktığı  ağıtları, ettiği bedduaları düşünürüm. Ak elleri açamgur tutan “Naan, naan , naaan!” diye inleyen Elif'in acıklı öyküsünü düşünürüm.

            İsterim ki Elif'in ağıdı şiir olsun, şiiri beste olsun, bestesi dillerden düşmesin, İsterim ki Elif'in çileli sürgün yaşamı öykü olsun, roman olsun, romanı film olsun, filmi bütün dünya izlesin. İsterim ki Elif Abjakua'da, Varna'da, Kefken'de, Selanik'te heykelleşsin, heykelleri kıyılara dikilsin ak köpükler onu okşasın, bir daha hiçbir Elif bu acıyı yaşamasın.

            Hiçbir Elif  doğup büyüdüğü, havasını soluduğu, suyunu içtiği, toprağını ektiği yurdundan koparılmasın. Anayurdundan, anadilinden mahrum olmasın.

            Ben her 21 Mayıs Elif''i düşünürüm. Elif'i sürgüne sembol eden  Ömer Büyüka'yı düşünürüm. Bütün Eliflerin öyküsü yazılsın isterim. Yazılsın ki unutulmasın, unutulmasın ki bir daha bu acılar yaşanmasın, isterim.

 

Not:

Açamgur: telli bir çalgı

Alaf: Espri, şaka

Bu yazı İlk kez 2014 yılında yayınlandı.

 

Ketsepha Elif


Basla köprüsündeki bilinmez “kara yazı”
Solarsa sarmaşıklar tutamaz ki  Elif’i
Sohum’dan  duyulurken ahalinin avazı
Muhacir olmak meğer acının zor tarifi

Beyaz kale surları inlerken top sesiyle
Cennet vatanım yazık, döndü mahşer yerine
Yalvarsam Yaradan’a  ömrün son nefesiyle
Çürüyüp  toprağımda düşebilsem derine

Çocuklar olmasaydı masum “Elif “misali
Yutmasa zalim deniz o tahta beşikleri
Tarih yalnızca bize yükleseydi vebali
Sahille bıraksaydık günahsız sabileri


Plevne son nefeste, Paşa çıkmam diyordu
O Balkan ayazında öyle üşüdü Elif
Savaşın ardı sıra mazlumlar göçe durdu
Bize ne yapsın sürgün diye düşündü Elif

İstanbul çok mu uzak uğramaz mı gemiler
Yelkensiz dalgaları buharla aştı yeni
Bu kara gecelere yalnız ecel demirler
Sahile savrulurken onca “Abhaz” bedeni

Bir geceye bunca yas hangi yüreğe sığar
Yine “Elif “ yetirir her mezara bin dua
Açamgur’un telinde sanki zalimi boğar
Feryadın bu alemi kuşatıyor Ketsepha

Acıelmalık köyüyle  ”Abjakua” hemşeri
Çok acı senelerin  belki en güzel çağı
İpsiz hem eşkiyaydı ,hem de hain, müfteri
Zalimin bu toprakta belki de en alçağı

Emir ne büyük yerden, sürgün üstüne sürgün
İzmit’i hiç görmeden Selanik’te neresi
Yerli halk düşman olur daha geldiğimiz gün
Kavgaya sebep güya kara ağaç gölgesi

Sanki Abjakua’a Kaylarya’ya taşınır
Ağıtları dilinden hiç düşürmedi “Elif”
Tarih bu zulme doğru her fırsatta aşınır
Mübadele ne diye sordu, görmedi ” Elif”

“Elif” hala sesini bekler Basla köprüsü
 Açamgur teli sensiz, sana ağlıyor “Elif”
 Sürgünlere dolaşan o saçının örgüsü
 Sarmaşıklarda bizi sana bağlıyor “Elif”                            

  Bınala  Ünal Akbulut ( Gurgulia ) 2 Ocak 2014

 

Bizden aldı

Rengini

Kızıl Çayır

Karadeniz

En çok

Bize karadır

İnsanlık

Bizimle öğrendi 

Bebeklerin

Öldükten sonra da

Ninniyi hakettiğini

Biz

Böyle öğrendik

Sürgünlerin

Ölünce bittiğini

 

ЛБ Levent Belin




 

Açıklama: Görüntünün olası içeriği: 7 kişi

 



Bu yazı 246 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ
HAVA DURUMU
YAZARLAR
GAZETEMİZ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


NAMAZ VAKİTLERİ
nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI